Bir Haftada Güzel Ege
- Melih YILMAZ
- 25 Eki 2019
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Mar 2021
Üniversite hayatımızın son final sınavlarına girdik ve 4 yıllık bu süreçte; kimi zaman stresli, kimi zaman zor ve çoğu zaman öğreneceklerimizin heyecanı ile süreci tamamladık. Birbirimizin projelerine yardım ettiğimiz de oldu, tez yazarken düzgün cümleler kurabilmek için çabaladığımız da… Biz, on yıllık geçmişi olan ve liseden sonra farklı üniversitelerde eğitim hayatımıza devam etmiş üç arkadaşız. Kendi tabirimiz ile 3 idiots. Bu durum bizi birbirimizden pek uzaklaştırmadı. Sonuç olarak farklı üniversitelerden mezun olduk ve bunu güzel bir Ege gezisi ile taçlandırmalıydık. Daha önceden rota çizildi, planlar yapıldı, malzemeler alındı. Yola çıkmamız için her şey hazırdı. Fakat beklememiz gerekiyordu. Sabırsızdık… Hem yeni bir İstanbul için hem de gerçekleştireceğimiz Ege gezisi için. Ama emin gibiydik. Her şey çok güzel olacaktı. Çünkü; yolumuz uzun, heyecanımız yüksek, gençliğimiz var… Ysk’nın, İstanbul seçimlerine ilişkin seçim yenileme kararının ardından yeni seçim tarihi gelmişti. Tarih 23 Haziran’ı gösteriyordu. Oyumuzu kullanmış yarın için günün ilk feribotunda yerimizi ayırtmıştık.
24 Haziran sabahı gün doğumu eşliğinde FSM Köprüsünden geçerek, feribota ulaştık. Pendik’ten Yalova’ya geçtik. İstikamet Ege olunca da güzel İzmir’e uğranmadan olmazdı. İlk durağımız İzmir oldu. İzmir’de yemek yedikten sonra kısa bir kordon yürüyüşü yaptık. Gönül isterdi ki; Dario Moreno sokağına, asansöre, saat kulesine… uğrayalım. Fakat gezilecek çok yer var. Planımızın dışına çıkmamaya çalışmalıydık.
Arabamıza binip Selçuk’a doğru yol aldık. İstikamet, Efes Antik Kenti idi. Bu antik kente girmek için ödenen ücret biraz fazla gelebilir. Bu yüzden özellikle öğrenci iseniz müzekart almanızda fayda var. (Not: öğrenciler için müzekart alıp antik kente girmek asıl ücretinden ciddi anlamda daha ucuza denk geliyor ve 1 yıl müzekart ile ülkedeki çoğu müzeye, antik kentlere
ücretsiz giriş yapabiliyorsunuz.) Bu antik kente gitmeden ölmemenizi tavsiye ederim. Oldukça ihtişamlı ve büyük. Fakat yaz sıcağında gidecek olursanız şapka almayı unutmayın. Güneşten korunmak gerekecektir. Bunun için şemsiye ile gezenler bile var. Caddeleri, tapınakları, tiyatroları ve özellikle Celsus Kütüphanesi oldukça görkemli yerler. Buraları fotoğraflamaktan ve gezmekten oldukça keyif alacağınızdan eminim. Şöyle biraz kültür dozu da aldıktan sonra Aydın/Kuşadası’na doğru yola koyulduk. Hava kararmaya başlamıştı. Davutlar (Sevgi Plajı) bu akşamı geçireceğimiz yer oldu. İlk kamp yerimiz çok iyi olmasa da günü burada geçirmek durumunda kaldık.
Erken kalkan yol alır. Gezilecek daha çok yer var. Bu nedenle çok fazla dinlenme imkanı bulamadığımız fakat çokça güzelliklere şahit olduğumuz bir gezi oldu. Sırada kesinlikle bir uğrayın diyebileceğimiz bir güzelliğe doğru yola çıktık. Kuşadası’na yaklaşık 28 km uzaklıktaki bir yere geliyoruz. Güzelliğin adı; Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Parkı.
Eski adı Kalamaki olan bu güzellik sitesinde; “dünyada bir örneği daha olmayan, bir yandan Akdeniz’den Kafkasya’ya kadar kıyılarda yayılım gösteren neredeyse tüm bitkilerin doğal olarak bir arada görüldüğü botanik bahçesi, yırtıcı kuşları ve vahşi hayvanlarıyla bir doğal kara alanı ve onu çevreleyen sualtı zenginlikleri, diğer yandan da yüzlerce kuş türünü barındıran, zengin balık çeşitleriyle bir delta ve bütün bunları çevreleyen tarihi ve kültürel zenginliklere sahip bir doğa harikasıdır” şeklinde anlatılmış. Ayrıca Avrupa Konseyi tarafından Avrupa Biogenetik Rezervleri Şemasında Flora Biogenetik Rezerv Alanı olarak kabul edilmiştir. Gerçekten de anlatıldığı gibi. Araba ile giriş için 18 tl verdik. Hakedecek güzellikte olduğunu söyleyebilirim. Yeşilin arasında araba sürmenin keyfine vararak ilerliyoruz. Önümüze koyları gösteren tabelalar çıkıyor. 1km ilerledikten sonra ilk tabela İçmeler Koyunu görüyoruz. Fakat durmuyoruz. Yol güzel geldi biraz daha gidelim. Sırasıyla Aydınlık Koyu, Kavaklıburun Koyu ve son olarak Karasu koyu. 450 metre uzunluğundaki bu koyu, son koy olduğu için tercih etmek durumunda kalıyoruz. E tabi uzaktaki yerler her zaman daha güzeldir.
Sabırsız olmamak gerek. Harika berraklıktaki denizi görünce burası gözümüze daha da bir çekici geliyor. Oksijeni bol, tertemiz denizi ile oldukça tatmin edici. Sanırım hafta içi olmasından ve son koy olmasından dolayı çok kalabalık değildi. Sahilde tahtadan şezlonglar ve şemsiyeler var. Wc, giyinme kabini, piknik, kafeterya, duş gibi ihtiyaçları karşılamak için olanaklar sağlanmış. Küçük sevimli domuzlar da cabası. Yemek aradıkları için genelde insanların olduğu yere sahil kısımlarına geliyorlarmış. Fakat zararsız olduklarını söyleyebilirim. Denizi oldukça temiz. Çakıl taşları ile başlayan deniz biraz ilerledikten sonra kuma dönüşüyor. Buranın da keyfini çıkardıktan sonra ayrılık zamanı geldi.
Muğla, Akyaka’ya doğru yola koyulduk. Virajlı yolların sonucunda akşamüzeri vardığımız Akyaka, bize şirinliği ile merhaba diyor. İhtiyaçlarımızı aldıktan sonra akşamı geçireceğimiz yere Akyaka Orman Kampı’na gidiyoruz.
Kamp yapmak için uygun bir yer olduğunu söyleyebilirim. Fiyatı da oldukça uygun.(Kendi çadırımız ve 3 kişi 55 tl verdik) Sadece biraz kalabalık.
Sabah güne bol oksijenli bir yerde uyanmak oldukça rahatlatıcı. Sürekli yollardayız, yürüyoruz, araba kullanıyorum ve haliyle bir yorgunluk söz konusu oluyor ama kamp alanları az uyumamıza rağmen bizi dinç tutuyor. Biraz deniz keyfinden sonra sırada Azmak Nehri var. Ayaklarımızı suya sokmak istedik. Fakat nehir inanılmaz bir soğuklukta. İnsanların bu suda yüzdüğüne inanmak oldukça zor.
Ayaklarımızın şoka uğramasının ardından nehir kenarında güzel bir yer buluyoruz. Nehir madem soğuk işe yarasın… Kavunları ve meyveleri suya salıp, oturduğumuz sandalyelerde soğumasını bekliyoruz. Sohbet, muhabbet… Buranın da keyfine vardıktan sonra yola koyulduk.
Bir sonraki istikamet Datça fakat akşam yaklaştığı için günü Marmaris’te batıracağız. Hisarönü Plajı’nda bulunan Altınkum Camping bu geceyi geçireceğimiz yer olacak. Marmaris’e kalacağımız yere vardık. Güzel bir karşılama ve sakin bir ortam ile karşılaşıyoruz. Bu bizi sevindiriyor. Ödemeyi yapıp (120 tl verdik) çadırımızı kurduktan sonra kamp alanının önündeki harika plaja gidiyoruz ve gün batımının keyfini çıkarıyoruz.
Manzara harika… Kamp alanında yaptığımız durum değerlendimesi ve muhabbet sonrası güzel bir uyku çekiyoruz. Sıra güzel Datça’da… Sabah toplanıp yola koyulduk.
Datça’ya ulaştık. Güzel bir kahvaltıdan sonra arabamızı parkedip, Eski Datça’yı gezmeye koyulduk. Taştan yolları, evleri; tertemiz, rengarenk çiçeklerle bezenmiş sokakları… Bu sokakları gezmenin verdiği keyif ayrı bir güzel. Bambaşka bir diyar.
Zeytini, bademi, dondurması ve Can Yücel’i ile bir cennet köşesi gibi. İşin kötüsü bizim biraz acelemiz var. Datça da çok meşhur bir söz vardır. “Acelen varsa ne işin var Datça’da.” Fakat daha gezecek yerlerimiz var.
Sokaklardaki sevimli kafelerden birine oturup merak ettiğimiz Datça gazozunun tadına bakmayı ihmal etmiyoruz. Harika bir tadı var ve her yerde bulunmuyor. Bu yüzden biraz depoladık.
Eski Datça’dan, Datça Yarımadası’nın güzel koylarına doğru yola çıktık. Virajlı yollardan koyları inceleyerek ilerliyoruz. Bir tepede duruyoruz ve aşağıda muazzam bir koy bizi karşılıyor. Kurubük koyu. Buranın denizi oldukça temiz ve güzel.(Datça’daki bir çok yer gibi) Burada denize girip, güneşlendikten sonra bugün kalacağımız harika yere doğru yol aldık.
Burası bir tavsiye olsun. Zeytinlerin gölgesinde saklanmış bir yer; Artolive Datça. Gidiş yolu biraz bozuk olsa da güzel bir yerde. Sakin, çok sıcakkanlı aynı zamanda anlayışlı sahipleri var. Biz 3 kişilik güzel ve konforlu bir bungalovda kaldık. Sabah bizlere güzel bir kahvaltı hazırladılar. Kahvaltımızı da yaptıktan sonra buraya Can Yücel’in güzel satırları ile veda ediyoruz.”…Bilmelisin ki... sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor…”
Tekrar Datça’dan yola koyulduk. Marmaris’ten geçiyoruz. Burada görmek istediğimiz bir yer var. Cennet Adası. Direksiyonu bu istikamete doğru kırdık. Ada denmesine bakmayın, aslında bir yarımada. Araba ile girebildik fakat bir yere kadar. Sonrasını yürümek durumundayız çünkü yol oldukça bozuk. Burada görülmesi gereken yerlerden biri 12 bin yıllık Nimara Mağarası. Mağaraya doğru yürüdük ve sonunda ulaştık. Görkemli görüntüsü, sarkıtları ve oldukça soğuk olması bizi yaz sıcağında memnun etti. Mağarada rastladığımız rehber bize seyir terasına çıkmamızı söylüyor. Manzara harikaymış. Bir rehbere güvenmeyeceğiz de kime güveneceğiz.
Seyir terasına biraz yürüdükten sonra ulaşıyoruz. Etrafı yeşil ile kaplı olan bu yarımadayı bir de seyir tepesindeki manzarası ile görmek gözlerimizi şenlendiriyor. Mavi ve yeşilin muhteşem uyumunun keyfini çıkarırken, yolumuzun uzun olduğunu göz önünde bulundurarak tekrar yola koyulduk.
Sırada görmek istediğimiz bir diğer güzellik caretta carettalar. İstikamet İztuzu Plajı. Plaja ulaştıktan sonra arabayı park alanına bırakıp plaja yürüyoruz. Sevimli caretta carettaların yumurta bıraktıkları yuvaları kumların üzerinde. Oldukça kalabalık olan bu plajda; yuvalarına ve kendilerine umarım zarar vermiyorlardır. Onların yaşama alanlarını kirletmeye, yıkmaya hakkımız yok.
Yürüme mesafesinde bir rehabilitasyon merkezi var. Eğer buraya yolunuz düşerse oraya da bi uğrayın derim. Burada zarar gören kaplumbağaları iyileştirmeye çalışıyorlar. Ve zarar görmüş kaplumbağaları da görebiliyorsunuz. İnsanların ihmalkarlığı bu tip sorunlara yol açabiliyor. Her zaman için doğayı ve hayvanları düşünerek yaşamak çok zor olmamalı.Tekrar yoldayız. Fethiye’ye kadar durmadan sürüyorum. Kalacağımız yere akşamüzeri ulaşıyoruz. Katrancı camping. Açıkçası pek sevemedik. Fakat bu saatten sonra farklı bir yer aramak da zor olabilir. Bu yüzden kalmak durmundaydık.
Ertesi gün, bu kalabalık ve kalmaktan çok da memnun kalmadığımız yerden ayrılarak, bu akşamı geçireceğimiz yere önceden gitmek için yola çıkıyoruz. Dar ve virajlı yollarda ilerleyerek gizli yere ulaşıyoruz. Fethiye, Yanıklar’dayız. Gerçekten gizlenmiş olan bu doğa harikası yer adeta bir cennet köşesi gibi. Bahsettiğimiz yer Yeşil Vadi. Bu gizli cennete ulaşmak kolay olmasa da memnun edici bir yer. Yeşil rengin hakim olduğu bu yerde nefes alırken havanın temizliğini hissedebiliyoruz. Etrafta gezinen sevimli tavşanlar, buz gibi suyun üzerine kurulmuş yemek yeme yerleri, salıncaklar, çadır alanları… Dünkü yerden sonra burası bizi sevindirdi. Unutmadan telefonların çekmediğini de söyleyelim.
Asma bir köprüden sallana sallana geçerek, malzemeleri kamp alanına taşıyoruz. Çadırımızı da kurduktan sonra Fethiye’ye tekne turu için yola çıkıyoruz. Haneden 2 isimli tekne ile 12 adalar turuna çıkıyoruz. Burada; sakin ve temiz koylarda durarak keyfini çıkarıyoruz. Tekne gezimizi sonlandırdıktan sonra Ölüdeniz’e doğru yol aldık. Amacımız kelebekler vadisini görmek. Fakat tepeden bakmak ile yetineceğiz. Hava kararmaya başladı. Araba ile Babadağ güzergahına doğru tırmanıyoruz.
Kelebekler Vadisi’ni gören güzel yerlerden birinde duruyoruz. Birinci dereceden doğal sit alanı olan bu vadi, adını nereden almış diye merak ediyor olabilirsiniz. İçerisinde 80den fazla kelebek türünü barındırdığı için adına Kelebekler Vadisi demişler. Burası biraz kalabalık. Ve insanlar bu tehlikeli yerde fotoğraf çekilmek uğruna kendilerini tehlikeye atabiliyorlar. Kesinlikle bu bölgeye bir önlem alınması gerekiyor. Çok fazla tehlikeye girmeden bu doğal güzelliğe bakarak Yeşil Vadi’ye doğru yola koyulduk.
Artık İstanbul’a dönüş başlıyor. Bu nedenle içimiz biraz buruk. Planlarımızın çoğunu gerçekleştirmiştik. Bu güzel gezi bizim için; harika güzellikler görmemize, sevimli insanlar tanımamıza, farklı kültürleri gözlemlememize, farklı tatları tatmamıza olanak sağladı. Bu gezi arkadaşlığımızı pekiştiren ve çok şey öğrendiğimiz bir gezi oldu. Ege kesinlikle gezilip, görülmesi gereken bölgelerden biri. Bu gezi sonrası şu şarkıyı anımsıyoruz. Bir elimde defne, bir elimde sevdan; kalbim Ege'de kaldı…
Melih YILMAZ
Comments